Tuncer Şengöz'ün müthiş floodundan alıntılıyorum. Sabah sabah okuduğum ilk şey olmasına rağmen
bir kaç kez tekrar okudum. İçerisinde müthiş dersler var bizim için. Bunu sadece oraya değil
hayatın bütün alanlarında gözden geçirebilirsiniz.
Seneler önce mesleğim makine mühendisliğini bırakıp finans sektörüne girdiğimde beni en çok şaşırtan şu olmuştu: Pozitif bilimlerde her şeyin sınırı keskin çizgilerle bellidir: Formüller, etki-tepki, katı fizik ve kimya yasaları, vs.. Finans dünyasında böyle olmadığını fark ettim.
Kitabıma ve bloguma koyduğum CV'mde yazdım; benim için finans dünyası bir sosyal laboratuvardır; kitle davranışlarını gözlemlediğim bir laboratuvar. Çok da iyi bir lab. olduğunu düşünüyorum, çünkü kitle davranışının hem rakamsal karşılıkları var, hem de duygular hep uçlarda.
Finans dünyasında uzun yıllardır tartışılan bir konu var: Kitle davranışları rasyonel midir, yoksa irrasyonel mi? İki uçtan biri bütün kitle davranışının rasyonel olduğunu savunur: Meşhur "kar maksimizasyonu peşindeki akıllı piyasa oyuncusu" savunucuları.
Bunun klasik iktisattaki karşılığı, kar ve fayda maksimizasyonu peşindeki sermayedar ve tüketici. Bu okulun en radikal savunucularına göre insan bir homo-ekonomicus'tur, dolayısıyla kazancını ve faydasını hep maksimize etmeye meyillidir. Dolayısıyla da piyasa irrasyonel değildir.
Bu yaklaşıma göre aşırılıklar geçicidir ve piyasada oluşan fiyat en gerçekçi fiyattır: Piyasa oyuncularının kazanç/fayda maksimizasyonu içinde belirlendiği için tüm bilgiyi, haberi, gelişmeyi ve beklentiyi içerir. Sayısız filtreden geçtiği için piyasadaki fiyat doğru fiyattır.
Bu yaklaşımı hayatın diğer alanlarına taşıyalım: İnsanların finansal/ekonomik tercihlerinin bileşkesi doğru ve gerçekçi sonuçlar doğuruyorsa, insanların diğer tercihleri de doğru ve gerçekçi olmalı: Seçimler, savaşlar, alkol/sigara tüketimi, cinsel tercihler, sosyal talepler, vs.
Bu yaklaşım bizi ultra liberalizme götürüyor: Bırakınız yapsınlar... Çalışan emeğini bedava denecek fiyatlara mı satmaya razı? Bırakınız satsın. Sigara, alkol, uyuşturucu mu kullanıyorlar? Bırakınız kullansınlar. Savaşlar mı? Bırakınız savaşsınlar. Hitler mi? Bırakınız tapsınlar.
Diğer uçtaki görüş ise kitle tercihlerinin tamamen irrasyonel olduğunu ve sürü psikolojisi ile belirlendiğini söylüyor: Kitlesel panikler, coşkular, finansal balonlar, soykırımlar, holiganizm, fanatizm, alkış tufanları, rock müzik konserlerinde çığlıklar, kafa sallamalar, vs...
Ben ikinci okula daha yakınım. Sosyal psikolojinin deneysel sonuçlarının da kitle davranışlarının irrasyonel olduğunu destekliyor: Milgram deneyi, Asch deneyi, Schachter deneyi, Mandela etkisi, vs... Kitlesel histeri ve panikler bu şekilde izah edilebiliyor diye düşünüyorum.
Bu ikinci yaklaşım, bizi aşırılıkların pek de iyi bir şey olmadığı ve müdahale edilmesi gerektiği düşüncesine götürüyor. Bazı yasaklar, üst kurumlar, denetleyici ve destekleyici kurumlar, eğitim, denetim ve düzenlemeler.
Buraya kadarı literatür.Peki bir insanın bireysel tercihlerini belirleyen nedir? Eşini, işini, yaşamak istediği evi, mahallesini, giyim kuşamını, marka seçimini, parasını şuraya veya buraya yatırma kararını, oyunu atacağı partiyi, televizyonda izleyeceği diziyi, okuyacağı kitabı..
Bu tercihleri sürü psikolojisi ile veriyorsak, bizi koyundan, karıncalardan, göçmen kuşlardan, antiloptan ayıran ne? Hep sürünün peşin takılıp gitmeye mi meyilliyiz? Öyleysek aksi yönde düşünenleri, davrananları nasıl izah edeceğiz?
Yoksa pek çok sürü var ve biz bu sürülerden birini mi seçiyoruz? Özgür irade var mı? Varsa özgür irade seçimlerini kısıtlı bir kümenin içinden mi yapıyor? Radikal, marjinal dediklerimiz ne oluyor? Onlar dağlardaki ceylanlar gibi özgür mü? Özgürlük ne? diye gidiyor sorular...
Ünlü iktisatçı Robert Shiller'in Irrational Exuberance isimli bir kitabı var. Bu söz Alan Greenspan'e aittir ve 1990'larda borsanın konumu kendisine sorulduğunda verdiği cevaptır: İrrasyonel taşkınlık diye çevirebiliriz. Türkçe'ye Borsanın Akıl Almaz Yükselişi adıyla çevrildi.
Shiller bu kitabında 1929 ve 1987 borsa çöküşleri öncesindeki taşkınlığın kökenini araştırıyor. İlk tespiti şu: Bu çöküşlere neden olan hiçbir uyaran, yani kötü haber yok. Birdenbire geliyor çöküşler. İkinci tespiti de şu: İnsanlar sürüye uyuyor, ancak "koyun gibi" davranmıyorlar.
Yani, bir aslanın gölgesini görmüş antilop sürüsü gibi panik halinde kaçışmıyorlar. Evet bir korku var, ancak bu akıl yitimi biçimindeki bir korku değil. Keza balonlar şişerken insanlar bu balonları rasyonalize eden bir mantıkla düşünüyorlar. (Shiller buna bilgi şelalesi diyor.)
Bu akışı sonuca bağlamadan önce şu örnek üzerinde düşünelim (Örnek laboratuvarımız olan finans dünyasından bunu çok ilginç bir yere bağlayacağım.) Bir yatırımcı, kendince haklı bazı nedenlerle 10 Lira'dan X hisse senedini alıyor. Sonra bu hisse hızla düşmeye başlıyor
Pek çoğumuzun başına gelmiştir. Hisse senedi düştükçe psikolojik yükü de artıyor: 6 lira, 4 lira... Ancak yatırımcı hisse senedini satmayı gururuna yediremiyor; en tepeden alıp "piliç" gibi en dibe vermekten korkuyor. Sürekli bir umut taşıyor: Tamam artık dibe vuruyor...
Ama o dip bir türlü görülmüyor... Düştükçe düşüyor ve en sonunda iş öyle bir hale geliyor ki, yatırımcının psikolojisi tamamen bozuluyor. Gözü artık para filan görmüyor. O pozisyonunu kapatsın da kaçtan kapatırsa kapatsın. Artık o hisse senedi bir finansal değer değil...
Sadece bir psikolojik yük. Yaşam kalitesini düşüren, yatırımcımızın sosyal ilişkilerini bozan, onu sürekli bir utanç içinde pozisyonunu eşinden, arkadaşından, komşusundan gizlemek zorunda bırakan çok ağır bir yük. Bu yük gitsin de kaça giderse gitsin... Satıyor ve kurtuluyor.
Çok para kaybetti. Sermayesi başlangıç değerinin %10'una filan düştü, ama paranın canı cehenneme; o yükten kurtuldu artık. Oh be diyor. Her şey daha bir tatlı ve renkli görünüyor gözüne. Maç seyretmeyi unutmuştuk, bir dostla tavla oynamayı, lanet olsun borsasına diyor ve gidiyor
Ve fark ediyor ki, bir tek kendisi değil... Meğerse arkadaşı da benzer durumdaymış. O da "piliç" gibi en tepeden alıp en dibe satmış. Komşusu da, tavla arkadaşı da... Kendisi gibi yüzlerce, binlerce insan... Peki niye böyle oluyor? (Bir kahve molasından sonra)
Burada gerçekleşen şey bir haber, etki-tepki değil. Bunun adı trendin gücü. Her trend karşısında duranı eze eze ilerler ve o trendin üzerinde yürüyeni de zaferden zafere, kazançtan kazanca götürür. (Kitaplar o yüzden trendi takip edin diyorlar.)
Trendin üzerinde iseniz abarttıkça abartırsınız. Arada sırada trendin dışında kaldığınızda her tarafınız pirelenir, o trende yeniden katılmak istersiniz. (Isaac Newton'ın meşhur borsaya yatırım öyküsü) IQ'su on yüz bin milyon filan bir adam.
Işıktan, yerçekimine, matematikten simyaya yemiş yutmuş. Ama gelin görün ki hisse senedini erken satmış. Royal akademide arkadaşlarıyla okey oynarken karşısındaki "kocakafa" kimyacı kıkır kıkır kıkırdıyor. O trenden inmemiş, para kazanıyor, Newton kazanamıyor. Çıldırıyor...
O da ne yapıyor. Üçe sattığını sekize alıyor. Yeter ki trendde olsun. Sonra? Sonra "piliç" gibi en dibe çakılana kadar pozisyonda kalıyor ve başlangıç sermayesini de kaybederek sümüğünü çeke çeke çıkıyor borsadan. Yani demem o ki, bu iş IQ işi de değil...
Bütün trendler böyle: Alkolizm, holiganizm, fanatizm, kumar düşkünlüğü, obezite, i-phone, dizi bağımlılığı, aşırı dindarlık, parti tutkunluğu, Elvis Presley ve Beatles, Kemal Sunal ve Recep İvedik... Bütün trendler, insanların birbirine aşıladığı duyguların üzerinde yükseliyor.
Ve her trendin boğaları (yani o trendin üzerinde yükselenleri) olduğu gibi ayıları (o trende karşı duranları) da var. Trendlerin en sonunda bir tarafa doğru o kadar çok yığılma oluyor ki, en sonunda gemi daha fazla tartmıyor, alabora oluyor.
Peki bu trendlerde insanlar koyun gibi mi davranıyor? Hayır. İnsanın hep faydasını ve kazancını gözeten rasyonel bir varlık olduğuna inanmıyorum, ama koyun gibi davrandığını da düşünmüyorum. İnsanın doğru ya da yanlış tercihi yok. Ancak her tercihinin mantıklı bir nedeni var.
Trendin tepesinde alıp dibinde satan "piliç yatırımcıyı" düşünün: En tepede alırken finansal bir beklentisi vardı ve bu çok anlaşılabilir bir şeydi. Trend devam etseydi finansal beklenti karşılanacaktı. En dipte satarken ise sosyal ve insani beklentisi var.
ve bu da çok anlaşılabilir bir şey. Piliç yatırımcı için "değer" değişti. Para mara istemiyor artık. Huzur istiyor huzur. Varsın parası azalsın. Kahveye gidip şaklata şaklata tavla oynamak, rakibinin koltuğunun altına tavlayı kıstırmak istiyor. İrrasyonel mi? Asla...
Güncele bağlayayım:
1) Hiç kimseyi tercihleri nedeniyle küçük görmeyin, belki onun "değer" anlayışı farklıdır. Siz para istersiniz, o huzur ister, beriki yalnızlık ister, öbürü bilmem ne ister. (Çomar ve koyun diye bir şey yok.)
2) Bütün trendler muhakkak biter (Bir yerden sonra insanlar sadece "oh be yeter artık" demek isterler.
Çünkü oyunu gizlemek, suçunu gizlemek, hatasını gizlemek taşınamaz bir yük olur. Bu bir "siyasi", "ekonomik", "konjonktürel" ve de rasyonel seçim değildir.)
Yazı biraz uzun ama okuyana içerisinde alabileceği çok şey var.