Güzel bir kış gecesinden merhaba diyerek yazıma başlamak istiyorum.
Birazcık nefes almak isteyenlerin, kavuşmak için çabalayanların, kavuşamayanların veya evinde keyifle kahvesini yudumlayanların keyfine keyif, derdine ortak, yüreğine umut olacak bir yazı ve dinletiler hazırlamak istedim.
118. doğum gününün hemen ertesinde size biraz
Nazım Hikmet Ran’dan bahsedeceğim. Elimden geldiğince akıcı yazmaya çalışacağım. Umarım beğenirsiniz.
Hayata bakışıyla, yaşama sıkı sıkıya bağlanmasıyla, alabildiğine umutlarıyla doldurduğu şiirlerinden tanıyoruz kendisini.
Ülkemizin sınırlarını aşmış olan Nazım Hikmet’in; üretken, yaratıcı şiirleri kadar, yaşam hikayesi de acı ve umutlarla doludur. 13 yıl yattığı hapishanede bile hayata sımsıkı tutunmuş ve karanlığı hiç kabullenmemiştir.
“…yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiye’mde Türkçemle yasak” dediği şiirleri ancak ölümünden sonra basılır ülkesinde…
Şimdi bu şiiri biraz dinleyelim. Sonrasında hakkında yazacak çok şey var zaten. Şiiri; tiyatrocu
Mümtaz Sevinç seslendiriyor... Resimlerin üzerine tıklayarak dinletileri başlatabilirsiniz.
(Dinletiyi başlatmak için resime tıklayın)
Yazı biyografi gibi sıkıcı olsun istemiyorum ama kısaca bilgi verelim, kimdir Nazım Hikmet?
Nazım Hikmet 1902 doğumlu ve sanatçı bir aileden dünyaya geliyor.
Kendisi askeriyede eğitim görmüş ama mezuniyetine 3 ay kala geçirdiği bir hastalık nedeniyle bitiremeden ayrılmak zorunda kalmış.
Sonrasında Ankara hükümetinin görevlendirmesiyle bir süre Bolu’da öğretmenlik yapmış, yurtdışı ve yurtiçinde kongrelere katılmış.
Dünyaca tanınmasında, katıldığı uluslararası barış konferansları ve özellikle Hiroşimaya atılan bomba sonrası kaleme aldığı
“Kız Çocuğu” şiiriyle savaş karşıtı mesajları etkin rol oynayan Nazım Hikmet; bu şiirinin Türkiye ve dünya çapında şarkılara uyarlanmasıyla büyük ölçüde ün kazanmış.
Aşağıda Türkiye’den de bir örneğini dinletmek isterim sizlere. Sözler muhteşem.
Sevingül Bahadır isimli ses sanatçımız çok güzel seslendirmiş. İnsanın içine içine işliyor. Kız Çocuğu’nu dinliyoruz;
(Dinletiyi başlatmak için resime tıklayın)
Bu şarkıyla alakalı küçük bir anektod paylaşmak istiyorum sizlerle.
Öncelikle Hiroşima’da ölen binlerce kızdan bir tanesi Sadako. Nazım bu şiirini Sadako anısına yazıyor.
Şarkıda adı geçen 7 yaşındaki kız çocuğu ABD'li yazar Eleanor Coerr'in
"Sadako ve Kağıttan Bin Turna Kuşu" kitabına ilham kaynağı oluyor. Aslında Sadako 7 yaşında değil 12 yaşında ölüyor.
Hiroşima’ya atom bombası atıldığında yaralanmıyor ve rahatsızlanmıyor.
12 yaşına kadar okuluna gitmeye devam ediyor. Ancak 12 yaşına geldiğinde birdenbire hastalanıyor.
Doktorlar, Sadako'ya 'atom bombası hastalığı' adı verilen kan kanseri teşhisi koyuyor.
Doktorlar hastanede çaresizlik içinde Sadako’nun ölümünü beklerken, Sadako hayat enerjisinden hiçbir şey yitirmeden bütün hastanenin içinde gülmeye ve oynamaya devam ediyor.
Hastanede Sadako’nun çok sevdiği bir yaşlı hasta ölmeden hemen önce Sadako’ya “Benim için çok geç ama, bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul olur. Ben yapamadım ama sen yap ve kurtul” diyor ve ölüyor.
Bunun üzerine Sadako heyecanla kağıttan turna kuşları yapmaya başlıyor. Ancak ömrü ancak 644 tane turna kuşu yapmaya yetiyor. 645’inci turna kuşunu yaparken hayata gözlerini kapatan Sadako, arkadaşları tarafından yapılan yanına koyulan 355 tane kağıttan turna kuşu ile beraber toprağa veriliyor.
Bu acıklı hikaye üzerine, o günden bu yana turna kuşu barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesi olmuştur. Ve Sadako’nun kağıttan turnalar için söylediği "Kanatlarınıza 'huzur' yazacağım. Böylece tüm dünyada uçabileceksiniz." sözleri tüylerimizi diken diken etmeye devam etmektedir.
Çocuk Barış Anıtı / Hiroşima - (Sadako Sasaki ve Hiroşima'ya yapılan atom bombası saldırısı sonucu yaşamını yitiren binlerce çocuğun anısına adanan anıttır.)
Bursa cezaevinden bir anı
Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde tutsaklık günleri..
Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir..
Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:
- Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? der.
Nazım'i odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve:
-Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der.
Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:
-Ömer Hayyam adını duydunuz mu? diye sorar.
Müfettiş hemen atılır:
-Kim duymaz Hayyam'i.
Nazım:
-Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? diye sorar..
Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür, görüyorsunuz sanatcıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak,der çıkar..
Müfettiş yaptığı yanlışı anlar, Nazım'ı geri çağırır ama Nazım koğuşunun yolunu tutmuştur..
Yaşamaya Dair
"Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak."
(Dinletiyi başlatmak için resime tıklayın)
Nazım Hikmet – Kuvayı Milliye DestanıNazım Hikmet’i anlatıp
“Kuvayı Milliye Destanı”ndan bahsetmemek ve
Mustafa Kemal Paşa betimlemesinden alıntı vermemek sanırım ayıp olur.
Bildiğiniz gibi Nazım Hikmet parçalanmakta olan bir imparatorluğun çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Vatan sevdasının kıvılcımları çocuk yaştayken düşmüştür yüreğine. Henüz 11 yaşındayken Osmanlı’nın Balkan savaşları yenilgisi üzerine “Feryad-ı Vatan” şiirini yazmıştır. Çocuk yaşlarda memleket sevdasına düşmesi, kurtuluş hareketini en güzel tasvir eden eserlerin başında gelen “Kuvayı Milliye Destanı”nın altyapısını hazırlamıştır.
Nazım, 1939’da Bursa Cevazevinde başladığı
“Kuvayi Milliye Destanı”nı 1941’de tamamlamıştır.
Atatürk’ü sarışın bir kurda benzettiği dizeler
Genco Erkal’ın seslendirmesiyle:
(Dinletiyi başlatmak için resime tıklayın)
Kapanış:
Nazım hakkında söylenebilecek o kadar şey var ki…
Toprak çanaklardan güneşi içmeyi, motorları maviliklere sürmeyi hayal ettiren, bizi sınıfsız bir kardeş sofrasına davet eden memleket şairimiz Nazım Hikmet, memleket, memleket Nazım Hikmet.
Nazım Hikmet
“Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı”nda bu kadar baskıya ve zulüme neden katlandığının cevapları ayrıca toplumcu bakış açısının yansımaları görülür. Aşağıdaki örnek gibi.
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek için…”
Nazım Hikmet, onlarca soruşturma geçirdi. Hakkında defalarca dava açıldı. Şiirleri yasaklandı. Kitapları toplatıldı. 13 yıl hapiste yattı, işkence gördü. Suçu komünizm propagandası yapmak, gizli örgüte üye olmak ve halkı rejim aleyhine kışkırtmaktı. Hiç bir zaman yazmaktan ve mücadeleden vazgeçmeyen Nazım genel aftan yararlanıp hapisten çıktıktan sonra tekrar askere alınmak istenince yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Nazım yurt dışına çıkışını şöyle anlatır:
“13 yıl hapis yattım. İşlemediğim bana yüklenen bir suçun cezasıydı bu. Hapisten çıktıktan sonra 50 yaşımda askere almak istediler. Askere giderdim ancak askere alıp harcayacakları haberini aldım. Kaçıyordu vurduk, deyip öldüreceklerdi. Kaçmak zorunda kaldım.”
Nazım sürgündeyken vatandaşlıktan çıkarıldı. Memleketine bir daha dönemedi. 3 Haziran 1963'te Moskova'da öldü. 2009’da tekrar Türk vatandaşlığına alındı. Mezarı halen daha Moskova’da.
"Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
öylece gibi de görünüyor
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani."
(Dinletiyi başlatmak için resime tıklayın)